Aralık 13, 2011

Kediler Krallara Bakabilir / Enis Batur



             "Kralların yaşadığı ülkelerde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri Bir şey vardır."


       Beş bölümden oluşturulmuş güzel bir kitap .. okunası


 
       Yedi-sekiz yıl önceydi, Ankara'da Ulus Meydanı yakınlarındaki Kediseven Sokağı'nın adı değiştirilince, Orhan Duru'nun Soyut dergisinde incelik dolu bir yazısı çıkmıştı. Hayli sonra, onun 1950'lerde bu sokak üzerine bir de şiirini görüp okuyacaktım. Nurullah Ataç da, Günce'sinde Kediseven Sokağı'ndan söz eder: “Bunlar güzel adlar doğrusu, ne var ki kolay değil böylesini bulmak. Böyle adları kolay kolay bulamadıkları için de ölüleri düşünüp adlarını koymaya kalkıyorlar.” Yanılmıyormuşum Ataç, bu satırları yazışından 20 yıl sonra Kediseven'in adı değiştirilmeye kalkışıldı, gerçekten de o kolaycı yöntem benimsenecek oldu. Paris'te bir Balık Avlayan Kedi Sokağı vardır. Bir romana başlığını da veren bu dar, küçük sokakla oyalanmayalım şimdi: Sokak isimlari, başka bir yazımızın konusu olacak nasıl olsa.
       Ataç'ın Tevfik Fikret'i tepeden tırnağa haşladığı Kedi başlıklı denemesini bilenler az değildir. “Kimsenin zevkine karışılmaz, kedileri ille herkes sevsin demeyeceğim, ama ben, kedi sevmeyenlerle anlaşamam” cümlesiyle başlayan ve Ataç'ın sivri mizahçılığını belgeleyen bu güzelimdeneme, bir yandan da “birinin huyu diğerine benzemeyen” kedilere adanmış bir methiyedir
      Gerçekte kedi yazarlarımızın öteden beri yakından ilgilendikleri bir -konu- olmuştur. Necatigil'in “bir kedinin ağzından sahibene yazılmış özgün bir hiciv metni” olarak tanımladığı Kâni'nin Hirrenâme'sinden Bilge Karasu'nin Ğöçmüş Kediler Bahçesi'ne gelinene dek geçen 250 yıl içinde edebiyatımızda sık sık bir soba bulup, yanıbaşına kıvrılmıştır kediler. Tıpkı birer soru işareti gibi. Orhan Veli'nin “Ciğercinin Kedisi ile sokak Kedisi” teması üzerine kurulu şiirinde toplumsal bir taşlamaya, Erhan Bener'in Kedi ve Ölüm'ünde kişioğlunun yılgı üslûbuna, Ece Ayhan'ın Bakışsız Bir Kedi Kara'sında özgün bir dil dünyasına elçi olmuştur kedi.
       Dünya edebiyatında da özel bir yeri vardır: Colette'i ya da Eliot'ı kedilerden ayırmak elde midir?Poe'da, Baudelaire'in şiirinde ya da Celine'in romanlarında -kedi bazan gotik, bazan da lirik bir kahraman olarak edebiyat tarihinin koridorlarında gezinir. Öezellikle de geceleri. Kimi daman da gelir aklın sınırlarını zorlar, usta kalemi yakalamayagörsün: Alis Harikalar Diyarında böyledir örneğin: “İşe bakın! Gülümsemeden yoksun kedi çok görmüştüm, ama kediden yoksun gülümsemeye hiç rastlamamıştım!” der, Alis. Pek haksız da sayılamaz açıkçası: Kimsenin karşısına, Lewis Carroll'ı okumadan önce, boşlukta parça parça ve yavaş yavaş oluşan ve yiten bir kedi çıkmamıştır herhalde. Nitekim, kitabın bir yerinde, Kral ve Cellat arasında müthiş bir tartışma doğurur bu: “Gövdesi olmayan bir kafa”nın kesilip kesilemeyeceği konusunda uzlaşmaya çalışadursunlar, kafa bütünbütüne yokolur. Ne olursa olsun, kediseverlerin çoğu gibi, Ataç ile Lewis Caroll bir noktada birleşirler: Kediler kesinkes aptal değildirler. Ama bu onların akıllı olduğu anlamına gelmez. Kedi, Alis'e bu farkı bütün açıklığıyla gösterir: “Şimdiiii, köpek kızınca havlar, sevinince de kuyruğunu salllar biliyorsun. Bense, sevinince hırlar, kızınca kuyruğumu sallarım. Demek ki ben deliyim.”
        Yazarların kedili sayfalarından kimbilir kaç bin sayfalık bir antoloji hazırlanırdı, bunu bilmek güç. Tahmin etmesi bir o kadar güç olan Bir şey de, “kedili resim”lerden oluşturulacak bir müzenin boyutlarıdır. Kendi payıma, değişik bir konudur diye biriki kez kedi resmi yapmış sanatçıları almazdım böylesi bir müzeye: Ondan vazgeçememiş, sanat serüvenlerine onu gözde bir tema olarak katmış ressamların ürünlerine açardım “Kedili Resimler Müzesi”ni. Şüphe var mı, Leonardo'nun, Leonor Fini'nin ve Balthus'ün resimleri geniş yer tutardı burada. Hele Balthus'ün Kediler kralı, Akdenizli kedi, Kedili Çıplak, Aynalı Kedi gibi tablolarını bir duvarda, yanyana düşünün! Az ileride Klee'nin birkaç küçümen resmi, Jacques Prevert'in güzelim kolajları sergilenirdi. Orhan Peker'e bir başına ayrı bir oda ayırırdım. Çizgi romancılara da yer açar, Frizzy Cat'i, muhakkak birkaç Steinberg'ü, Piyale imzassını kovalayan Piknik'i sıralardım duvarlara. Asıl önemli iki parçayıysa müzenin dibindeki büyük bir salonun iki ayrı köşesine yerleştirirdim: Louvre'daki VII.yüzyıl Mısır sanatının ürünü bronz kediyle Giacometti'nin sanata bel bağlayan insanlar oldukça durgun yürüyüşünü sürdüreceğine inandığım sarif, kırılgan, biraz da kederli kedisi, orada büyük bir sessizlik içinde beklerlerdi.

        Bunca isim sayışıma bakıp homurdanacak okurlar çıkabilir. Ne yaparsınız ki bu insanlar yaşadılar, yaşıyorlar. Kedileri sevmek tek ortak tutkuları sayılmaz üstelik: Kediseven Sokağı'na adını veren kişiyi ya da kişileri, Louvre'daki bronz heykeli yapan usta sanatçıyı adıyla sanıyla bilmiyorum gerçi; ama anonim olmaları, onların ötekilerden ayırmıyor: Yaratmayı, yaratıcılığı iş edinmiş, başka türlü yapamamış insanlar bunlar. Daha başkaları da var şüphesiz, benim hayal kurmamı beklemeyip gerçek bir “Kedi Müzesi” açan ve porselen, cam, tahta, resim, heykel, mücevher ayırdetmeden eski-yeni bütün kedileri biraraya getiren sevdalılar, hayal aleminde bile olsa tek seçiciliği bana bırakmayacak, kendi kedisever yazar ve ressamlarını öne sürecek tutkulular var. Bir de, elbette, kedi sevmeyenler var.
       Herşey iyi de, diyeceksiniz, kedi sevmek nedir? Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı Bir şey mi? Bilge Karasu, “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir” der ya bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir: Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşar onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ hâline sokmaya alışmıştır: Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: İnsanlar, eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekâlâ ikiye ayrılabilirler. Bir de, belki, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.
Kedinin sevgi “anlayışı”ndaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir.
       Değişik çağlarda, değişik uygarlıkların insanları için “iyi” ve “kötü” kutuplarında değerlendirilmiş olması da bu yanına bağlanabilir. Kuzey Amerika yerlilerinden Pawnee'ler için dokunulmaz kutsallığı vardı kedinin: Beceriyi, hızlı idrakı, hattâ dehâyı simgeliyordu. Sumatra yerlileri ise tam tersine, onu cehennem uyruklu saymışlardı. Karakedi bir yana, Müslümanlar için uğurlu; İrlanda geleneklerine göre uğursuz olmasa bile tekinsiz bir yaratıktı. Mısırlılar ise bir tanrı gözüyle bakmışlardı kediye.Gene de, Budistler kadar kediden uzak durmaya çaba gösteren inanmışlar olmamıştır dense yeridir. Onun, yılanla birlikte, Buda'nın ölümünden duygulanmayacak kadar mağrur davranmış olması bağışlanmmamıştır.
       Kediler mağrurdurlar gerçekten de. Alis'in dediği gibi onlar “krallara bakabilirler” ve bir şairimizin tamamladığı gibi “hattâ onları tırmalayabilirler” de.
       Kralların yaşadığı ülkelerde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri Bir şey vardır.

Aralık 09, 2011

zamestan/ içimdeki "kış" kadınları

                                                                Fotograf:Curtis Salonick
                                                                 İçimdeki "kış" kadınları




 
Cibelle – Green Grass
Björk – Bachelorette
Amy Winehouse – Will >You Still Love Me Tomorrow
My Brighest Diamound – Gone Away
Maria Raducanu – In Gradina la Ion
Abbey Lincoln – Should've Been
Janiva Magness – I'm Feelin'Good
Tarantella – Esqueletos
Elle Belga – Todas las Cosas
Elisabeth Kontomanou – Moanin' Low
Elysian Fiels – Black Acres
Christina Pluhar – L'Arpeggiata
Lizz Wright – Hey Mann
Etta James – At last
Savina Yannatou – Smyrneiko Minore
Caecilie Norby – No phrase
İmogen Heap – Hide And Seek