Ocak 17, 2011

Béla Tarr - Kárhozat


" bitti
her şey bitti
başkası olmayacak
iyi olmayacak
asla olmayacak
hiç bir zaman
belki hiç bir zaman
kabus gibi
her şey
belki
yeni aşkım nerde
nereden gelecek
gelmeyecek mi
yine mi
asla mı
al ya da bırak
işte sorumlu olduğun bu
ne yapabilirsin
kelimelerini kaybettin
henüz bırakmadın
uzun zaman önce bitti
bilmek ne güzel
bilmek ne güzel
artık burada olmayacak
al ya da bırak
söyle aşkım neden?
bitti mi şimdi
başkası olmayacak
iyi olmayacak
asla olmayacak
belki hiçbir zaman
ruhumu çaldın
her şey istediğin yolda gidiyor
onsuz dünya kıraç
onunla yaşam dolu ve mutlu
ahmak
asla olmayacak
beki hiç birzaman
sonu yok şimdi
solmayacak aşkımız
belki asla
belki de artık değil "

Bela Tarr / Karhozat



‘‘Pencerenin kenarında,boş boş dışarı bakıyorum.Nice seneler, orada oturdum…Bir şeyler bana hep sonraki anda delireceğimi söyledi. Ama öyle olmadı….üstelik delirmekten korkmuyorum.Delilik korkusu bir şeylere……sadık kalma anlamına gelebilir.Henüz bir şeye bağlı değilim.’’




Damnation (Karhozat) filminde Karrer , yaşadığı bunalımı , tek bağımlılığı olarak sevdiği kadına itirafında,bundan güzel anlatamazdı herhalde… Bela Tarr’ın ,Karanlık Harmoniler (Werckmeister Harmonies ) ve Satantango fimlerinin ,arkasında kalmış ama bana göre en iyi filmidir ; Damnation yani Lanet…Karrer ; orta yaşı geçmiş , sisteme belki de hayatına tutunmamayı seçmiş ve bunu da bir din gibi yaşayan , Macaristan’ın küçük bir kasabasında , evde kendine göre haklı boşluğunda oturarak yaşayan bir adamdır… Dışarı çıktığındaysa , yegane işi olarak ,Titanic barda içki içip , aşık olduğu kadını dinler… Karrer için , yarattığı bu boşluktan çıkmanın tek koşulu da ,barın sahibinin önerdiği yasadışı işi yaparak , kazandığı parayla ,hayatının kadınıyla bir başlangıç yapmak ve sisteme dahil olmaktır…Karrer’ in tek çıkış yolu , Titanic barın eşsiz sesli solistidir.Şarkıcının belirsizliği ise , filmde işlenildiği üzere , kadının varoluştan gelen bir şifre olarak , bu güvenemediği insandan daha güçlü bir birey olan kocasıyla evliliği ve daha da güçlü gördüğü bar sahibiyle birlikte olmasıdır…Karrer’in mutlak sadakatine karşı ,kadının ruhu sadakatsizdir ve tüm bunlar Karrer’i anlamsızlığının daha da derinliğine sürükleyecektir…

Bela Tarr’ın kendine özgü , sinematografisiyle işlenmiş bu muhteşem film, yönetmenin, ,Karrer’in karakterine manidar bulduğumuz uzun planıyla açılıyor…Bu uzak sekansında Bela Tarr bize bir pencereden sırayla giden teleferikleri gösteriyor ve anlamı bozmadan genişleyen kamera Karrer’in anlamsız bakışlarında yoğunlaşıyor ki, bu sahne bile Karrer’in yaşadığı sıradanlığı, boşluğu ve varoluş sıkıntısını en anlamlı şekilde seyirciye anlatıyor.Bela Tarr, filmlerinden aşina olduğumuz 360 derece dönüp ,ağır ağır tüm çekim yerlerini dolaştıran ve her duyguyu kesmeden gösteren kamerasıyla, bize yine sihir yapıyor adeta. Bela Tarr ,diğerleri gibi, siyah beyaz çektiği bu film ile de,bu duyguları da anca böyle anlatırdım diyor adeta.Bu güzel görselliğin yanında , yönetmen , filmlerini siyah beyaz çekmesinin nedeni olarak ,filmlerin siyah beyaz saklanmasının , daha sağlıklı olduğundan dolayı ,olduğunu da söylemiştir.Bela Tarr , bu filminde de görüntü yönetmenliğini ele alıyor ve güzel fotoğraf kareleri yakalayarak başlattığı sahnelerini , adeta birer ifade çılgınlığına çeviriyor. Gerçek dünyayı ,her filmde kullandığı artık ,onunla özdeşleşen sürekli yağan yağmur ve çamuruyla ,köhne barıyla,bardaklardan görsel anlamda müthiş kareler çıkarmasıyla, kalabalık insanları aynı planda kullanımıyla ve Mihály Víg’in eşsiz melankolik akordeonuyla yarattığı o sefil ve karanlık atmosferle ve durmadan dans eden insanlarıyla Bela Tarr lanetini minimalist bir tiyatro şölenine çeviriyor…

Karhozat ile diğerlerinde olmayan sigara ve köpek metaforunu birer anlatım aracı olarak kullanıyor yönetmen.Sürekli içilen sigara ve film boyunca ortalıkta dolaşan sefil köpekler ,Karrer’in bitmeyen bunalımı ,derin sıkıntısı,ve boşluğunu çok iyi anlatıyor.Öyle ki ,yaşlı kadının ona hikaye anlattığı sahnede ,ilk sekansta köpeklerin yağmur altında ,çamurda yiyecek aradıklarını , ordan oraya gittiklerini görürüz.

‘‘Delilik korkusu ; bir şeylere sadık kalma anlamına gelebilir.Henüz bir şeye bağlı değilim.Her şeyin bana sadık olmasına rağmen, sadık olduğum bir şey yok. Onlara bakmamı istiyorlar. Nesnelerin, olguların çaresizliğine,penceremin dışındaki pis köpeğin kurşunî gökyüzünün altında, delicesine yağan yağmurda ,su içişine bakmamı istiyorlar.Acıklı çabalarını izlememi istiyorlar.Herkes, mezara girmeden önce konuşmaya çalışıyor.

Zaten düştüler, konuşacak zaman kalmadı. Beni delirtmek için nesnelerin bu geri dönülmezliğini istiyorlar.Ama bir sonraki anda ise delirmemi istiyorlar’’ Karrer’in bu sözlerini fazla da irdelemeye gerek yok.Karrer ; sevdiği tek kadına bu şiirsel açılımında , varoluşsal boşluğunu ,aslında nasıl kendiyle başa çıktığını çok açık ve acıtan bir şekilde haykırıyor. Solistin ,Titanic Barda ,Karrer ‘in umutsuzluğunu bu kadar güzel bir melankoliyle anlattığı bir şarkı daha yoktur herhalde ..Onun ‘’keyss’’….diye başlayan eşsiz inleyişini her sinema severin dinlemesi gerekir ki , Karrer de zaten bu ayini için ordadır.

Bela Tarr ‘ın uzun ve uzak planlarını kesmeden yaptığı geçişleri de ayrı bir tat katıyor bu lanete ki duvardan akan yağmur suyundan ilerleyen kamera bizi bardaki kalabalığın toplu hüznüne ulaştırıyor.Kalabalığın ,barda, daire oluşturarak orkestra eşliğinde yaptığı dakikalarca süren senkronize dansla ise ,yaşam süreci ve onları boş bakışlarla izleyen Karrer’in, bu sürecin nasıl dışında kaldığı vurgulanıyor.

‘‘Dün bana baktığında, bir şeyin farkına vardım..Seninle dünya arasında ulaşılmaz garip, boş bir ,tünelin olduğunu fark ettim.Kimse o yolu biliyor mu,bilmiyorum? Tünelin girişinde yalnız başına dikiliyorsun, çünkü bir şeyler biliyorsun, ben bile isimlendiremiyorum; daha derin, daha merhametsiz bir şey.Asla anlayamadım.O dünyaya asla, yakın olamayacağımı anladım.Sadece yasını tutarım, çünkü ışık ve ılıklıkla saklanmış bir dünya, oranın acısını çekemem.Ne inanacak ne de vazgeçecek yetim var.Dün dönümsüz bir hata yaptığımı fark ettim.Seni kaybetseydim benim affedilmez sonum olacaktı.Çünkü bu isim konulamaz

dünya hakkında hiçbir bilgim yok. Madem ki bunun bir parçasısın, benim dünyam senden ibaret… Bu asla değişmeyecek.Lütfen, geri çevirme beni.Seni görmeme izin ver.Her şeyimi veririm senin için.Vur, tükür bana,yine gelirim, yine.Haklısın…İnsafsızca da olsa haklısın.

Ben seni gerçekten seviyorum…’’

Karrer aslında, aşık olduğu kadının gücünün , umursamazlığından geldiğini biliyor.Ama tek çıkış yolunun, sevdiği kadında olacağını anlıyor. Filmde birçok aşk temaları işlenmiş, ancak film , seyirciye felsefik bir soru yöneltiyor.’’Çıkış yolu Aşk mıdır?’’ , Bireyin tüm varoluşsal sıkıntısından kurtulması aşkla mı olacak? Tsai Ming Liang ve Reha Erdemin de filmlerinde , sürekli olarak işlediği ,aşksızlık teması Bela Tarr’ın romandan uyarladığı filminde de kendini gösteriyor.

‘‘Bir keresinde ,bu konudan kadının birine bahsetmiştim.Ona, kendisini hiç sevmediğimi,ondan nefret ettiğimi,söylemiştim.Ondan ,nefret etmiyordum ,aynı sevmiyorum dediğim gibi yalandı.Bütün bunlar mantıklı ise ,sebebini öğrenmek istemiştim.Şefkatinden ve

sadakatinden,varlığının temizliğinden ve kesinliğinden nefret ettiğimi söyledim.Kör bir inançla olan, bana inanışına isyan etmiştim.Bakışı ,beni doğrularmış gibiydi.Sonra gidip yemeğimi ısıttı.Öylesine durup bağırdım.Üç gün boyunca evdeydi ve peşimden gelmeye

devam etti. İkinci günde ,ağlamaya başladı.Geceliği üstünde ağlayıp durdu.Hıçkırmadı, hafif hafif ağladı.Kımıldamadan gözyaşı döktü.Köşeye sürünerek gitti, hareket etmedi.Geceliğine bakıyordum.Tek gördüğüm geceliğiydi,o dantel, naylon gecelik…Sonra üzerine

atladım. Geceliğini çekiştirdim, yırttım, parçaladım.Ama hâlâ anlamamıştı.Bana sadıktı, bir şeyler söyleyip duruyordu.Sonra banyoya gitti, kapıyı kitledi. Dışarıdaki kömür kovalarına bakıp, onları saydım.Sonra tekrar başlayıp en baştan saydım.Ne kadar sürdü ,bilmiyorum.Gün doğmak üzereydi kapıyı kırdım.Umduğum gibi olmuştu.Yine de çarpıldım.İnanamadım…O narin bedende o kadar kan olmasına.’’

Karrer’in yukardaki paragraflarda anlattıklarını , her sinema severin izlemesini öneririm.Bela Tarr’ın tek planda çektiği ve Miklós Székely’in eşsiz performansıyla renk bulan bu siyaz beyaz devrim ,bu az diyaloglu filmin en zevkli kareleridir.Bela Tarr , sürekli olarak kullandığı yağmur ,yağmurun çamura çarpma sesleri ve sürekli dönen kamerasıyla , ağır ağır ilerlerlemesine rağmen bile başınızı döndürerek sizi ayrı boyuta çıkarır.

‘‘Sana inandığım şekilde inanabileceğim ,birisinin olacağına daha önce inanmıyordum.Birisi beni konuşmaya değeceğine inandırdı.Seni anlıyorum, seni sevdiğimi fark ettim ve bu sevgi bitmeyecek. Sen bu öykünü dışında kalabilirsin.

Bir şey istemiyorum.Sadece bu domuz ağılından sonsuza dek kurtulalım.Birbirimizi bir daha kaybetmeyelim.Yani şimdi bakmak istediğin ben miyim? Beni seçmen için temel görevleri yerine getirmek istiyorum.Belki Kocan yarın akşam gelecek ama,sorun çocuklardan korkmam.Çünkü onların parlak mavi gözleri,örgülü sarı saçları,çınlayan sesleri,gizli ve merhametsiz bir gücü gizliyor.Gücün niyeti ise çaresizliğin,deliliğini sürdürmek.Kulağımızda çınlayan gerçeğe,yeni bir güdü vermek.Kurtuluşun en zayıf şansı olmaksızın,bütün direnişler ile eğlenmek. Kurtuluşun son dakikasını ,henüz açığa vurmadılar.Yeniden diriliş ,öylesine bir yolda ki, ilkel sürekliliğinden kaçamayız.Belki de sadece pes ettiğim manasındadır ya da korkak olduğumun,korkak bir ödlek.

Kaderimin , daha iyi olacağına umut edecek cesaretim bile yok.Tek yaptığım tiksinerek korkaklığıma özürler bulmak. Bir kerelik de olsa kendinden çok başkasını düşünsen? Anlayamıyor musun? Yaşlanıyorum. Ben bir enkazım, bir şeyler yapmaya cesareti olmayan . Bu yaşlılığın en belirgin özelliği.Dişlerin dökülmeden önce bile kelleşmeden önce,ciğerlerini harap etmeden önce, cesaretin uçar gider . Daha önce çok az şansın olsa dahi , yaptığın şeylere cesaretin kalmaz.Sorunun her şeyi kendi açından bakman.

Kendin ve başkaları hakkında düşündüklerinin farklılık yarattığını sanıyorsun.’’

Karrer ,tüm bu anlattıklarına karşılık ,sonunda kadın onunla gitmeyecektir ki ,Karrer’in ,filmin sonundaki sahnede , kendine havlayan köpeğe ,bir köpek gibi çamur içinde ,havlaması ,köpeğin metafor olarak Karrer’in bunalımını tasvir etmesi açısından çok önemli bir sahnedir. Film , dinmez bir yağmur ve çamurla son bulur ki bu da bir Bela Tarr filmi için , son derece manidardır.

Bela Tarr , Karhozatta ‘‘Sürekli bunalım içinde olmak bir seçim mi ‘‘ yoksa varoluştan gelen bir şifre mi ? Sistemin size sunduğu her şeyi reddetme , bunları gereksiz ve alçak bulma , delilik başlangıcı mıdır ?’’ sorularını da sorup ,cevaplarını aramıştır.Kuşkusuz Bela Tarr ,özgün sinematografisiyle ve dini mesajlar vermemesi gibi özellikleriyle de Tarkovsky’den ayrılan büyük bir minimalist yönetmendir


IMBd

kaynak: mikserdekibeyin

Ocak 05, 2011

Hanî / Pêlistank



OYUNCAK

Anam anam hey anam
Gece gündüz tutmaz uyku
Umutlar, gamlar, yıllar, demler
......Dünyada yolcu kıldı beni
Günler, yıllar ve dönemler
Tipiler, karlar, yağmurlar
Orman, koru, vadi, çiçekle
Ölçtüm sanki sahraları
Kimsesiz, ülkesiz ve yârsız idim
Daha çocukken uyandım
Özgürce bir hayat için
Bindim rüyanın gemisine
Bu kıyıda, şu limanda
Dolaştım bütün dünyayı
Umutlar ve arzular kalakaldı
Düştüm derbeder hayata
Ömür geçti, günler hızlıdır çünkü
Çabuk geçer yıllar ve zaman
Bilmiyorum anam, bilmiyorum neden
Ulaşamadım büyük rüyaya?
Arzuya neden varamadım?
Yalnız ben kaldım kendimde
Kader gelip sürdü beni
Hayatımın yuvasından



Şiir: Edîp Çelîk
Çeviri: Selîm Temo