Mayıs 20, 2012
içinden nehir geçen şehrimde /adam ve gül bahçesi
Mayıs 10, 2012
aki kaurismaki / finlandiya üçlemesi
ferah feza bir hayat süren bu halkın sanırız ki hiç bir derdi yok ve bu gibi ülkelerden iyi film çıkmaz..oysa işlediği konular çok bildik, tanıdık..işsizlik, evsizlik, yalnızlık..üçleme -tutunamayanlar üçlemesi- olarakta tanınıyor, bu ismi daha çok sevdim..
çok etkili..
ortak noktaları ise tutunamayanlar..
umut anlayışları farklı olsa da..
bir önceki filmde yaşanan olaylar, diğer filmde devam ediyor ve akibeti hakkında haberdar ediyor sanki..
ve içimizdeki umudu yok ediveriyor..
oysa üç filmin sonunda bize verdiği mesaj öyle değildi, şaşırtıyor..
uzanan eller kalmıştı aklımızda..
Mayıs 08, 2012
filizkıran-kırılgan-yeniden doğuş
gel, diyor..
filizkıran fırtınasına denk gelen
-kırılganım- "
tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
seni, kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.
ben bu ayette seni ah çektim, ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım!
yaşam belki
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği,
yaşam belki
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı,
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur,
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi,
şapkasını kaldırarak,
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle "günaydın" diyen.
yaşam belki de o tıkalı andır,
benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı
ve bir duyumsama var bunda
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.
yalnızlık boyutlarındaki bir odada,
aşk boyutlarındaki yüreğim,
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder,
saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemize diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini.
ah..
budur benim payıma düşen,
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür,
benim payıma düşen, terk edilmmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette,
benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir.
ve "ellerini
seviyorum" diyen
sesin hüznünde ölmektir.
ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklar.
küpeler takacağım kulaklarıma
ikiz iki kirazdan
ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim.
bir sokak var orada,
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar
bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü.
bir sokak var benim yüreğimin
çocukluk mahallesinden çaldığı
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve bir oylumla gece bırakmak bir zamanın kuru çizgisini
bilinçli bir simgenin oylumu
aynanın konukluğundan dönen.
ve böylecedir,
birisi ölür
ve birisi yaşar.
hiç bir avcı,
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.
ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan...
furuğ ferruhzad
(yeniden doğuş)
çev: haşim hüsrevşahi
Nisan 05, 2012
kediler güzel uyanır / yekta kopan
Mart 08, 2012
fotoğraf kokusu...
fazladan küçük bir oda eklenmişti arka tarafa.
tam üzerimden geçen derme çatma bir ip,
bir sürü turnusol kağıdı benzeri renkli kağıtlar,
okuma fişi benzeri..
kendine terkedilmiş..
ritsos şiirlerindeki –kararmış çömlek- (çukali) misali
birden yüzeye çıkan anılarım..
duyulan koku, dilimde tuz tadı, dudaklarımda kum..
kaçan uykularım..
Şubat 28, 2012
mercan ağacı / erythrina crista- galli
Ocak 19, 2012
lapa lapa
Aralık 13, 2011
Kediler Krallara Bakabilir / Enis Batur
Aralık 09, 2011
zamestan/ içimdeki "kış" kadınları
http://www.megaupload.com/?d=H0ZVLMUJ
alternatif
http://www.mediafire.com/?h3pdkxp8xax4pks
Mayıs 24, 2011
yaşlı kadınlar ve deniz / yannis ritsos
Ama bazen dayanamazsın artık sessizliğe, ağırlığna ve hafifliğine
bir şeyler yapmaya koyulursun o zaman -önemli değil ne olduğu-
örneğin sararmış canfese küçük bir çiçek işlemek,
haça asılı tacın üzerine - o zaman
kızlarımız ve onların kızları, torunlarımız, gelinlerimiz hatta eğilip bakarlar
küçük çiceğimize
ve göklere çıkartırlar becerimizi, peri eli derler ellerimize,
dahası güzel kokulu bulurlar çiceğimizi- ve doğrudur, güzel kokuludur çiceğimiz-
Şubat 17, 2011
factotum-soundtrack / kristin asbjørnsen
02. Reunion
03. I Wish To Weep
04. Farewell
05. Slow Day
06. Ice Plant Overture
07. Pickles
08. Still Awake
09. Quirky Waltz 10. Dreamland
11. Slow Day Fragments
12. My Garden
13. In The Kitchen
14. Beside You
15. Drunk Driving
16. Remembering
17. Shoes
18. If You're Going to Try
19. Horse Race Groove
20. Farewell
21. Slow Day (Lost Love Chords Version)
indir
Şubat 16, 2011
altay öktem / aşk üç kişiliktir...
AŞK ÜÇ KİŞİLİKTİR
yüzümde metresine dantelli don almış
taşralı tüccar mutluluğu var
yüzümde kırık bir şişeyi andıran
yanık izi var baba beni tahrik et
yaralı bir kuşun yanına göm beni
tek koluyla savaşarak tarihe geçen
bir halk kahramanı gibi abart kendini
acı dediğin yaşadıklarının izi değil
yaşamayı ıskaladıklarındır asıl
baba beni ahşap bir ev gibi düşün
yıkık dökük bir han gibi
uyurken saçımı okşa, uyanınca kundakla
herkes bilir; iki kişi sohbet edebilir ancak
bir kişi daha girmezse hayatlarına
aşk falan yoktur. aşk üç kişiliktir baba
cinayet içinse yüzlerce kişi gerekir
metresine molotof kokteyli taşıyan
pis bakışlı kambur bir oğlan kadar mutluyum
dönmemi bekleme boşuna, vuracaksan
sırtımdan vur beni baba
ne yana dönsem arkamda kalıyor hayat
ne yana dönsem sütü taşırmış
bir kadın telaşı. yüzüme bak baba;
sapından koparılmış gül kırmızısı
Altay ÖKTEM
Şubat 15, 2011
Okou - Serpentine (2010)
01. Okou - Serpentine (3:03)
02. Okou - Fire Juggler (2:40)
03. Okou - To The Bone (2:47)
04. Okou - Evening Sun (3:45)
05. Okou - Picked Me Up (2:37)
06. Okou - Bloodstrangers (3:35)
07. Okou - Eye For An Eye (3:00)
08. Okou - Evolution (2:54)
09. Okou - Tired Feet (3:00)
10. Okou - Bessie (4:01)
11. Okou - Moonspell Blues (1:51)
12. Okou - Dusty Ground (3:53)
13. Okou - A L'aurore (2:59)
14. Okou - Oh Papa (4:11)
44 minutes 16 secondes
Bitrate: @320 KbPs
http://www.myspace.com/okoumusic
indir
Şubat 13, 2011
My Brightest Diamond - Bring Me The Workhorse (2006)
Gone Away
Dragonfly
Freak Out
We Were Sparkling
Disappear
Robin’s Jar, The
Magic Rabbit
Good & The Bad Guy, The
Workhorse
indir
Ocak 17, 2011
Béla Tarr - Kárhozat
her şey bitti
başkası olmayacak
iyi olmayacak
asla olmayacak
hiç bir zaman
belki hiç bir zaman
kabus gibi
her şey
belki
yeni aşkım nerde
nereden gelecek
gelmeyecek mi
yine mi
asla mı
al ya da bırak
işte sorumlu olduğun bu
ne yapabilirsin
kelimelerini kaybettin
henüz bırakmadın
uzun zaman önce bitti
bilmek ne güzel
bilmek ne güzel
artık burada olmayacak
al ya da bırak
söyle aşkım neden?
bitti mi şimdi
başkası olmayacak
iyi olmayacak
asla olmayacak
belki hiçbir zaman
ruhumu çaldın
her şey istediğin yolda gidiyor
onsuz dünya kıraç
onunla yaşam dolu ve mutlu
ahmak
asla olmayacak
beki hiç birzaman
sonu yok şimdi
solmayacak aşkımız
belki asla
belki de artık değil "
Bela Tarr / Karhozat
‘‘Pencerenin kenarında,boş boş dışarı bakıyorum.Nice seneler, orada oturdum…Bir şeyler bana hep sonraki anda delireceğimi söyledi. Ama öyle olmadı….üstelik delirmekten korkmuyorum.Delilik korkusu bir şeylere……sadık kalma anlamına gelebilir.Henüz bir şeye bağlı değilim.’’
Damnation (Karhozat) filminde Karrer , yaşadığı bunalımı , tek bağımlılığı olarak sevdiği kadına itirafında,bundan güzel anlatamazdı herhalde… Bela Tarr’ın ,Karanlık Harmoniler (Werckmeister Harmonies ) ve Satantango fimlerinin ,arkasında kalmış ama bana göre en iyi filmidir ; Damnation yani Lanet…Karrer ; orta yaşı geçmiş , sisteme belki de hayatına tutunmamayı seçmiş ve bunu da bir din gibi yaşayan , Macaristan’ın küçük bir kasabasında , evde kendine göre haklı boşluğunda oturarak yaşayan bir adamdır… Dışarı çıktığındaysa , yegane işi olarak ,Titanic barda içki içip , aşık olduğu kadını dinler… Karrer için , yarattığı bu boşluktan çıkmanın tek koşulu da ,barın sahibinin önerdiği yasadışı işi yaparak , kazandığı parayla ,hayatının kadınıyla bir başlangıç yapmak ve sisteme dahil olmaktır…Karrer’ in tek çıkış yolu , Titanic barın eşsiz sesli solistidir.Şarkıcının belirsizliği ise , filmde işlenildiği üzere , kadının varoluştan gelen bir şifre olarak , bu güvenemediği insandan daha güçlü bir birey olan kocasıyla evliliği ve daha da güçlü gördüğü bar sahibiyle birlikte olmasıdır…Karrer’in mutlak sadakatine karşı ,kadının ruhu sadakatsizdir ve tüm bunlar Karrer’i anlamsızlığının daha da derinliğine sürükleyecektir…
Bela Tarr’ın kendine özgü , sinematografisiyle işlenmiş bu muhteşem film, yönetmenin, ,Karrer’in karakterine manidar bulduğumuz uzun planıyla açılıyor…Bu uzak sekansında Bela Tarr bize bir pencereden sırayla giden teleferikleri gösteriyor ve anlamı bozmadan genişleyen kamera Karrer’in anlamsız bakışlarında yoğunlaşıyor ki, bu sahne bile Karrer’in yaşadığı sıradanlığı, boşluğu ve varoluş sıkıntısını en anlamlı şekilde seyirciye anlatıyor.Bela Tarr, filmlerinden aşina olduğumuz 360 derece dönüp ,ağır ağır tüm çekim yerlerini dolaştıran ve her duyguyu kesmeden gösteren kamerasıyla, bize yine sihir yapıyor adeta. Bela Tarr ,diğerleri gibi, siyah beyaz çektiği bu film ile de,bu duyguları da anca böyle anlatırdım diyor adeta.Bu güzel görselliğin yanında , yönetmen , filmlerini siyah beyaz çekmesinin nedeni olarak ,filmlerin siyah beyaz saklanmasının , daha sağlıklı olduğundan dolayı ,olduğunu da söylemiştir.Bela Tarr , bu filminde de görüntü yönetmenliğini ele alıyor ve güzel fotoğraf kareleri yakalayarak başlattığı sahnelerini , adeta birer ifade çılgınlığına çeviriyor. Gerçek dünyayı ,her filmde kullandığı artık ,onunla özdeşleşen sürekli yağan yağmur ve çamuruyla ,köhne barıyla,bardaklardan görsel anlamda müthiş kareler çıkarmasıyla, kalabalık insanları aynı planda kullanımıyla ve Mihály Víg’in eşsiz melankolik akordeonuyla yarattığı o sefil ve karanlık atmosferle ve durmadan dans eden insanlarıyla Bela Tarr lanetini minimalist bir tiyatro şölenine çeviriyor…
Karhozat ile diğerlerinde olmayan sigara ve köpek metaforunu birer anlatım aracı olarak kullanıyor yönetmen.Sürekli içilen sigara ve film boyunca ortalıkta dolaşan sefil köpekler ,Karrer’in bitmeyen bunalımı ,derin sıkıntısı,ve boşluğunu çok iyi anlatıyor.Öyle ki ,yaşlı kadının ona hikaye anlattığı sahnede ,ilk sekansta köpeklerin yağmur altında ,çamurda yiyecek aradıklarını , ordan oraya gittiklerini görürüz.
‘‘Delilik korkusu ; bir şeylere sadık kalma anlamına gelebilir.Henüz bir şeye bağlı değilim.Her şeyin bana sadık olmasına rağmen, sadık olduğum bir şey yok. Onlara bakmamı istiyorlar. Nesnelerin, olguların çaresizliğine,penceremin dışındaki pis köpeğin kurşunî gökyüzünün altında, delicesine yağan yağmurda ,su içişine bakmamı istiyorlar.Acıklı çabalarını izlememi istiyorlar.Herkes, mezara girmeden önce konuşmaya çalışıyor.
Zaten düştüler, konuşacak zaman kalmadı. Beni delirtmek için nesnelerin bu geri dönülmezliğini istiyorlar.Ama bir sonraki anda ise delirmemi istiyorlar’’ Karrer’in bu sözlerini fazla da irdelemeye gerek yok.Karrer ; sevdiği tek kadına bu şiirsel açılımında , varoluşsal boşluğunu ,aslında nasıl kendiyle başa çıktığını çok açık ve acıtan bir şekilde haykırıyor. Solistin ,Titanic Barda ,Karrer ‘in umutsuzluğunu bu kadar güzel bir melankoliyle anlattığı bir şarkı daha yoktur herhalde ..Onun ‘’keyss’’….diye başlayan eşsiz inleyişini her sinema severin dinlemesi gerekir ki , Karrer de zaten bu ayini için ordadır.
Bela Tarr ‘ın uzun ve uzak planlarını kesmeden yaptığı geçişleri de ayrı bir tat katıyor bu lanete ki duvardan akan yağmur suyundan ilerleyen kamera bizi bardaki kalabalığın toplu hüznüne ulaştırıyor.Kalabalığın ,barda, daire oluşturarak orkestra eşliğinde yaptığı dakikalarca süren senkronize dansla ise ,yaşam süreci ve onları boş bakışlarla izleyen Karrer’in, bu sürecin nasıl dışında kaldığı vurgulanıyor.
‘‘Dün bana baktığında, bir şeyin farkına vardım..Seninle dünya arasında ulaşılmaz garip, boş bir ,tünelin olduğunu fark ettim.Kimse o yolu biliyor mu,bilmiyorum? Tünelin girişinde yalnız başına dikiliyorsun, çünkü bir şeyler biliyorsun, ben bile isimlendiremiyorum; daha derin, daha merhametsiz bir şey.Asla anlayamadım.O dünyaya asla, yakın olamayacağımı anladım.Sadece yasını tutarım, çünkü ışık ve ılıklıkla saklanmış bir dünya, oranın acısını çekemem.Ne inanacak ne de vazgeçecek yetim var.Dün dönümsüz bir hata yaptığımı fark ettim.Seni kaybetseydim benim affedilmez sonum olacaktı.Çünkü bu isim konulamaz
dünya hakkında hiçbir bilgim yok. Madem ki bunun bir parçasısın, benim dünyam senden ibaret… Bu asla değişmeyecek.Lütfen, geri çevirme beni.Seni görmeme izin ver.Her şeyimi veririm senin için.Vur, tükür bana,yine gelirim, yine.Haklısın…İnsafsızca da olsa haklısın.
Ben seni gerçekten seviyorum…’’
Karrer aslında, aşık olduğu kadının gücünün , umursamazlığından geldiğini biliyor.Ama tek çıkış yolunun, sevdiği kadında olacağını anlıyor. Filmde birçok aşk temaları işlenmiş, ancak film , seyirciye felsefik bir soru yöneltiyor.’’Çıkış yolu Aşk mıdır?’’ , Bireyin tüm varoluşsal sıkıntısından kurtulması aşkla mı olacak? Tsai Ming Liang ve Reha Erdemin de filmlerinde , sürekli olarak işlediği ,aşksızlık teması Bela Tarr’ın romandan uyarladığı filminde de kendini gösteriyor.
‘‘Bir keresinde ,bu konudan kadının birine bahsetmiştim.Ona, kendisini hiç sevmediğimi,ondan nefret ettiğimi,söylemiştim.Ondan ,nefret etmiyordum ,aynı sevmiyorum dediğim gibi yalandı.Bütün bunlar mantıklı ise ,sebebini öğrenmek istemiştim.Şefkatinden ve
sadakatinden,varlığının temizliğinden ve kesinliğinden nefret ettiğimi söyledim.Kör bir inançla olan, bana inanışına isyan etmiştim.Bakışı ,beni doğrularmış gibiydi.Sonra gidip yemeğimi ısıttı.Öylesine durup bağırdım.Üç gün boyunca evdeydi ve peşimden gelmeye
devam etti. İkinci günde ,ağlamaya başladı.Geceliği üstünde ağlayıp durdu.Hıçkırmadı, hafif hafif ağladı.Kımıldamadan gözyaşı döktü.Köşeye sürünerek gitti, hareket etmedi.Geceliğine bakıyordum.Tek gördüğüm geceliğiydi,o dantel, naylon gecelik…Sonra üzerine
atladım. Geceliğini çekiştirdim, yırttım, parçaladım.Ama hâlâ anlamamıştı.Bana sadıktı, bir şeyler söyleyip duruyordu.Sonra banyoya gitti, kapıyı kitledi. Dışarıdaki kömür kovalarına bakıp, onları saydım.Sonra tekrar başlayıp en baştan saydım.Ne kadar sürdü ,bilmiyorum.Gün doğmak üzereydi kapıyı kırdım.Umduğum gibi olmuştu.Yine de çarpıldım.İnanamadım…O narin bedende o kadar kan olmasına.’’
Karrer’in yukardaki paragraflarda anlattıklarını , her sinema severin izlemesini öneririm.Bela Tarr’ın tek planda çektiği ve Miklós Székely’in eşsiz performansıyla renk bulan bu siyaz beyaz devrim ,bu az diyaloglu filmin en zevkli kareleridir.Bela Tarr , sürekli olarak kullandığı yağmur ,yağmurun çamura çarpma sesleri ve sürekli dönen kamerasıyla , ağır ağır ilerlerlemesine rağmen bile başınızı döndürerek sizi ayrı boyuta çıkarır.
‘‘Sana inandığım şekilde inanabileceğim ,birisinin olacağına daha önce inanmıyordum.Birisi beni konuşmaya değeceğine inandırdı.Seni anlıyorum, seni sevdiğimi fark ettim ve bu sevgi bitmeyecek. Sen bu öykünü dışında kalabilirsin.
Bir şey istemiyorum.Sadece bu domuz ağılından sonsuza dek kurtulalım.Birbirimizi bir daha kaybetmeyelim.Yani şimdi bakmak istediğin ben miyim? Beni seçmen için temel görevleri yerine getirmek istiyorum.Belki Kocan yarın akşam gelecek ama,sorun çocuklardan korkmam.Çünkü onların parlak mavi gözleri,örgülü sarı saçları,çınlayan sesleri,gizli ve merhametsiz bir gücü gizliyor.Gücün niyeti ise çaresizliğin,deliliğini sürdürmek.Kulağımızda çınlayan gerçeğe,yeni bir güdü vermek.Kurtuluşun en zayıf şansı olmaksızın,bütün direnişler ile eğlenmek. Kurtuluşun son dakikasını ,henüz açığa vurmadılar.Yeniden diriliş ,öylesine bir yolda ki, ilkel sürekliliğinden kaçamayız.Belki de sadece pes ettiğim manasındadır ya da korkak olduğumun,korkak bir ödlek.
Kaderimin , daha iyi olacağına umut edecek cesaretim bile yok.Tek yaptığım tiksinerek korkaklığıma özürler bulmak. Bir kerelik de olsa kendinden çok başkasını düşünsen? Anlayamıyor musun? Yaşlanıyorum. Ben bir enkazım, bir şeyler yapmaya cesareti olmayan . Bu yaşlılığın en belirgin özelliği.Dişlerin dökülmeden önce bile kelleşmeden önce,ciğerlerini harap etmeden önce, cesaretin uçar gider . Daha önce çok az şansın olsa dahi , yaptığın şeylere cesaretin kalmaz.Sorunun her şeyi kendi açından bakman.
Kendin ve başkaları hakkında düşündüklerinin farklılık yarattığını sanıyorsun.’’
Karrer ,tüm bu anlattıklarına karşılık ,sonunda kadın onunla gitmeyecektir ki ,Karrer’in ,filmin sonundaki sahnede , kendine havlayan köpeğe ,bir köpek gibi çamur içinde ,havlaması ,köpeğin metafor olarak Karrer’in bunalımını tasvir etmesi açısından çok önemli bir sahnedir. Film , dinmez bir yağmur ve çamurla son bulur ki bu da bir Bela Tarr filmi için , son derece manidardır.
Bela Tarr , Karhozatta ‘‘Sürekli bunalım içinde olmak bir seçim mi ‘‘ yoksa varoluştan gelen bir şifre mi ? Sistemin size sunduğu her şeyi reddetme , bunları gereksiz ve alçak bulma , delilik başlangıcı mıdır ?’’ sorularını da sorup ,cevaplarını aramıştır.Kuşkusuz Bela Tarr ,özgün sinematografisiyle ve dini mesajlar vermemesi gibi özellikleriyle de Tarkovsky’den ayrılan büyük bir minimalist yönetmendir
kaynak: mikserdekibeyin