Ekim 25, 2009

mardin denizi...


"denizi olmayanlar bilirler.. bazen bir ovaya bakıp, denizi hisseder insan.. aynı. "mardin denizi" gibi. "
.
-gidenler "kıt'lığından" kalanlar "kanaat" ettiğinden "kırk odalı" evlerden çıkıp,
dar odalarda daralmışlar, ama mardin hep kalplerinde kalmış.-
.
kocaman elâ rengi gözleri var, çok güzel.
bi o kadar da, hani ok gibi derler ya, işte öyle kirpikleri sanki baktığı yeri delip geçen cinsten... 7.sınıfa giden, büyüyünce, ya da onun söyleyişiyle; "okuyabilirse zorluklardan",
cerrah olmak isteyen mardin'in küçük rehberi Tuncay.
sorulan sorulara gerektiği kadar cevap veriyor, sözü hiç uzatmıyor.
anlattığı halk hikayelerini ise büyük adam edasıyla anlatıyor sanki ezberlemiş.
takılınca, - küçükken unuttuğumuz şiirler gibi- tekrar başa dönüyor.
araya anadilinden alıntılar yapıyor
"evet... tuncaydan öğrendim. şahmeran'ın erkeği yokmuş.."
ve "uğurlu sayılırmış suretini buradan alana."
hayat erken hissettirmiş ona zorluğunu, 1083 rakımlı şehrin soğuğu gibi...
baba işsiz ve hasta şu anda yatmaktaymış ameliyatlı, büyük bir şehrin hastanesinde.
tek erkek çocuğu, ailenin iki büyük abla ve iki küçük ikiz kızın arasında
zaten bilincinde tuncay bu ağırlığın diyor ki; o arap aksanı ile sözcüklere bastıra bastıra
"aileme bundan sonra ben bakacağım"
amcası sanayide çalışmakta ve ayda otuz lira... evet yanlış duymadım... otuz lira verirmiş onlara anne oya işlermiş dışarıya, karınlarını aşevinden gelenle doyuruyorlar,
o yüzden iki öğün yerlermiş...
-öğlenleri "yok" öğün-
tek oğul, bakmış, bu iş böyle olmayacak...
çeşitli kitaplar edinmiş şehirle ilgili, okumuş okumuş...
ve sonra imtihan ettirmiş kendini... o ilde çokça olanlardan "bi polis amcaya"
başarılı olmuş imtihanda, başlamış şehre gelenleri gezdirmeye...
tüm ara sokakları, gizli geçitleri biliyor... tüm "abbara'lardan" haberli...
ne demek diyorum " abbara"... aslı arapçaymış...
diyor ki, "altı yol, üstü ev olan" bu cevaba gülüşüyoruz ve ekliyor, küçük rehber.
"eskiden bu şehir çok kalabalıkmış, akraba evlerini birbirine bağlarmış bu abbaralar"
ve " birbirine gözdağı veren erkekler abbaralarda buluşurlarmış kozlarını paylaşmak için..
" şimdi herkes "düz'e" iniyormuş, evlerini kiraya verip.
bir tek yaşlılar kalmış evlerini terketmeyen...
Tuncay'ı herkes tanıyor ve sevildiğide belli, bakışlardan...
kitaplarını ödünç vermiş arkadaşlarına,
onlarda öğrenmiş şehrin tarihini ve şimdi onlarda misafir gezdiriyorlar tuncay gibi.
-dikkat çekmek isterim.. turist değil "misafir"-
diyor ki; m.mungan'ların evine götüreyim mi sizi...
ama kapıyı bize çaldırtıyor, içeriye girmek için izin alabilmek için...
içeride hala yaşayan kuzenler var ve amca...
içeriye girmiyor tuncay, sanki sınırını her zaman biliyor.
ama bir o kadar da 'sadık'
akşam güneşi vurmuş süryani manastırına,
adı gibi safran sarısı "Darülzafaran" birazdan ayrılık vakti,
tuncay yine manastırın kapısında bekliyor, içeriye girmiyor.
ve aldığımız yere bırakıyoruz tuncayı en son gülen gözleriyle "iyi yolculuklar" diliyor...
akşam güneşi "mardin denizi" denilen ovayı sarıya boyamış.
bu renk cümbüşü son sigara içilerek izleniyor.
iki sözcük var aklımda, bu şehirde,
bir araya geldiğinde,
birbirini daha anlamlı kılan, tamamlayan "kıt" ve "kanaat"
"hoşçakal mardin, bir dahaki sefere kadar."

Ekim 22, 2009

rüzgar bizi sürükleyecek/the wind will carry us/bad ma ra khahad bord aka


"rüzgar bizi sürükleyecek"
.
pek de tanımadığımız iran filmlerinden...
yönetmeni abbas kiarostami
"rüzgar bizi sürükleyecek" iranlı kadın şair farûğ'un aynı adlı şiirinden yola çıkılarak işlenmiş...
şiirsel bir anlatımı var
satır aralarında ömer hayyam hissetiriyor kendini...
"öbür dünyanın güzel olduğunu söylüyorlar"
"daha güzel olup olmadığını... kim dönüp geri, söylemiş ki..."
" diyorlar ki; hurili cennet güzeldir."
"elinde olana sarıl, o boş vaadleri bırak..."
"davulun bile sesi uzaktan güzeldir..."
ve diyor ki; farûğ
"ey sevgilim evime gelirsen eğer..."
"bana bir lamba getir"
"ve caddedeki o mutlu kalabalığı izleyebileceğim bir pencere..."
"ne yazık, kısacık gecemde...rüzgar yapraklarla buluşmak üzere..."
"kısacık gecem harap edici ıstırapla dolu..."
"dinle!!"
"duyuyor musun gölgelerin fısıltısını?"
"yabancıyım ben bu mutluluğa."
"alışkınım bu umutsuzluğa."
"dinle!!...duyuyor musun gölgelerin fısıltısını..."
"orada, gecede, bir şeyler oluyor."
"ay kızıl ve endişeli"
"ve her an çökebilecek bu çatıya bağlanmış..."
"bulutlar; yas tutan bir kadın yığını gibi..."
"bekliyorlar yağmasını..."
"bir an...ve sonra hiç.."
"bu pencerenin ardından gece titriyor...ve dünya duruyor..."
"sen yeşilliğinde aşk dolu ellerimin üstüne......ellerini, o yanan hatıraları, koy!"
"ve hayatın sıcaklığıyla dolu dudaklarımı..."
"... aşk dolu dudaklarımın dokunuşuna bırak...
"rüzgar bizi sürükleyecek..."